24 Ocak 2010 Pazar

Vahşi Kapitalistlere Karşı "Vahşi" Yerliler

Avatar, bazı sinema eleştirmenlerince hemen “solcu” bir film olarak sınıflandırıldı ve Amerika’nın doğayı tahrip eden vahşi ekonomisinin ve onun üretim-tüketim kültürünün çıkarları doğrultusundaki yayılmacı emellerinin bir eleştirisi sayıldı. Dahası Amerika’nın kurucularının kıtanın yerli halkına uyguladıkları soykırımı hatırlatan alegorik bir hikâyesi olduğunu hemen herkes anladı. Özetle film anti-kapitalist, anti-militarist, anti-Hıristiyan, çevreci, insan haklarından yana bir film olarak görüldü. Bütün bunlar filmin görünen yüzü elbette. Ama film, ona atfedilen niteliklere sahip mi gerçekten? Yoksa bize bildik bir masalı, kimi Hollywood klişelerini tekrarlayan; çağın çevrecilik modasına uymuş, ama aslında hiçbir ciddi eleştiri getirmeyen, yeni görsel-işitsel teknolojilerle göz boyayan ve aslında Amerikan halkının vicdanı olarak günah çıkartma cesaretine sahip olmayan bir film mi?
Avatar, Hollywood fabrikalarında üretilmiş pek çok kurgu-bilim film gibi bize “başka” bir dünya kurmaya kalkışırken aslında bilinen hayatın sınırları dışına çıkamıyor. İnsan hangi gezegene giderse gitsin dünyayı da beraberinde götürüyor işte. Film, dünyamızın akıldışı eğilimlerine masalsı bir görünüm kazandırırken, bize dünyanın sonu konulu kehanetleri, eskatolojik mitleri tekrarlıyor. İlerlemeci bir toplumda teknolojik gelişmelere karşı bir ahlak geliştirme konusunda daima geri kalındığını yineliyor. Peki bu kıyamete doğru hızlı gidişten Kurtuluş nedir? Beyaz adamın Kızılderiliye dönüşmesi, kapitalistin neolitik avcı-toplayıcıya dönüşmesi gibi basit bir saf değiştirmeyi, bir haklı “ihanet”i, bir geriye gidişi, uygarlığın daha geri bir evresine dönmeyi öneriyor. Bu, Timothy Treadwell’in tersine evrim geçirerek ayı olmak istemesi kadar bön bir öneri. Sistemin politik öznesi olmayan iyi ama güçsüz beyaz adam, özürlü bedenini (özürlü olmasını Amerika'nın bastırılan, utanılan, karanlık koloni geçmişi olarak görebilir miyiz?) geride bırakıp, kendini ruhen ve zihnen harika bedenli Navi ırkından bir bedene aktararak, mükemmel melezliğe ulaşıyor. Kahraman Amerikalı bu kez Navi kılığında yine iş başında. Beyaz adamın kendi sisteminde sahip olamadığı, eksik kalan şey, Navilerin dünyasına transfer edilmesiyle tamamlanıyor. Beyaz adam, yine kötü beyazın işgali karşısında kendi kaderlerini çizme iradesi eksik saf, çocuksu ama vicdanlı yerlileri, hayvanıyla insanıyla bilinçlendiriyor ve destansı birlikten kuvvet doğar düsturuna inandırmayı başarıyor. Pandora’nın güçlü-mavi bedenli beyaz-ruhlu melez politik öznesi, özgürlük bayrağıyla en ön safta; Amerikanın vicdanı olarak kötü, yani aşırı gelişmiş Amerikalılara karşı (ne yazık ki bunlar birkaç kötü Amerikalı değil, Amerikan sisteminin ta kendisi) savaşıyor. Zafer Navilerindir. Gerçekten safça bir iyimserliğe kapılabilir miyiz? Vicdanımız rahatlamış mıdır? Her şey bu kadar basit olabilir mi?

1 yorum:

  1. Çok doğru bir yorum. Ayrıca Navilerin dünyasındaki "doğrudanlık", doğa ile kurulan dolayımsız ilişki (toprak ana gerekirse ruh transplantasyonu da yapabilir!) günümüz bayat new age metafiziğinin şahikası olarak görülebilir.

    YanıtlaSil