8 Şubat 2010 Pazartesi

Şebnem Akçıl'ın BÜMED Dergi İçin Yaptığı e-Röportaj

Ş.A.:Dolaylı Hayvan’da insanın izini sürüyorsunuz. Onun arkasında bıraktığı izleri okumaya, çelişkili doğasını anlamaya çalışıyorsunuz. Şöyle başlayalım mı: Dolaylı ve doğrudan hayvan ayrımından ne anlamamız gerek?

E.K.:Dolaylı Hayvan’da insana ve hayvana dair bir şeyler söylerken, insanın kendine ve içinde yaşadığı dünyaya yönelik olarak kurguladığı, tahayyül ettiği bir külliyata dayanıyorum. Bu külliyat nedir? Tarihöncesi taş, kemik veya kaya üzerindeki çizimler, oymalar, heykelciklerden tutun da, mitlere, folklora, dinsel anlatılara, çeşitli sanat eserlerine, edebiyata kadar geniş bir malzeme yığını. Bunlar insan zihninin, kendine ve kendi dışındaki dünyaya ilişkin duygu ve düşüncelerinin bir kaydıdır. Bunlardan yola çıkarak insanın kendini nasıl anlamlandırdığını, dünyadaki hayatını nasıl gördüğünü anlamaya çalışıyorum. Ruh dediğimde, tanrı dediğimde, kamil insan dediğimde, nefs hayvanı dediğimde insan zihninin ürettiği kavramlardan, bunlar dolayımıyla kendine ayna tutmasından söz ediyorum. İşte insanı dolaylı yapan da budur. Kendine bir ayna arayışıdır. Hayvan ise aynaya ya kayıtsızdır ya da aynada kendini değil bir başka hayvanı görür. Hayvan doğar, büyür, avlanır, çiftleşir, ürer ve ölür. Her hayvan için işleyen bu yaşam döngüsünün kendisi, hayvan için bir melese değildir. Oysa insan kendi hayvanlığını mesele edinmiştir. Bu nedenle ona dolaylı hayvan diyorum. Yani insan hayvan gibi “doğa”da yaşamaz. Doğayla doğrudanlık insanın büyük ölçüde yitirdiği bir şey. İnsan doğada değil, bir “dünya”da yaşamaktadır. Dolaylı Hayvan bu dünyayı, yani insanın iç dünyasını ve dış dünyayı kendi iç dünyasına nasıl kattığını anlatmaya çalışıyor diyebiliriz.