11 Ağustos 2013 Pazar

KURUCU ŞİDDET MİTİ -10: Ezeli Süperego


Eski Yunan düşüncesinde dindarlık daha çok saygı göstermekle ilgili bir kavramdı. Bunun ardında tanrıların gazabına uğrama korkusu vardı. Tanrıların emirlerine uymak onları kışkırtmamak içindi. Tanrılara saygısızlık yapanların cezalandırılmasının sebebi de tanrıların gazabına uğranılmaması içindi. Demek ki tanrısallık Freudcu anlamda bir süperegodur. Düzeni başkalarını kendilerini kontrol etmeye zorlayarak sağlar ama kendisini de insanlara adil davranmakla sınırlar. Demek ki, tanrısallığın üzerinde de bir süperego, tanrısallığın tabi olduğu bir dindarlık vardır. Platon Devlet’te, alçaklık yapan, paraya rüşvete düşkün, insanlara karşı acımasız, aşırı gururlu tanrılardan bahseden anlatılara inanmamak gerektiğini söyler. Örneğin Poseidon’un oğlu Theseus’un ve Zeus’un oğlu Peirithous’un zorla kız kaçırmaya çalışmaları doğru olamaz. Çünkü
Tanrı oğlu, ya da bir kahraman, dinsizce, ahlaksızca işler yapmaz. Uydurmadır bütün bunlar. Tersine, şairleri, ya kahramanlaın böyle işler yapmadıklarını ya da bunların Tanrı oğlu olmadıklarını söylemeye zorlamalıyız. Tanrılardan kötülük geleceğine, kahramanların değersiz kişiler olduklarına inanmamalı gençlerimiz.

Ne var ki “uygarlık” kırılgandır. Marduk’un zincire vurduğu kaosun ejderleri, Zeus’un üzerlerine kayalar yığdığı Devler, ölmemiştir. Sıkışıp kaldıkları yerden kurtulmak için silkinip dururlar; zaman zaman sert sarsıntılar hissedilir. Bu ejderler bilim, sanat ve ahlak bağlarıyla bağlıdırlar ve bu ipler sağlam olduğu sürece kaosun ejderleri tutsak kalmaya devam edecektir. İnsanın şiddeti, doğanın şiddetinin bir parçasıdır. Bir Polinezya mitinde bu kurucu şiddet olgusunu gayet açık bir şekilde görüyoruz:
Ateşle su evlendi, toprak, kayalar, ağaçlar ve geri kalan her şey onların evliliğinden doğdu. Mürekkep balığı ateşle çarpıştı ve yenildi. Ateş kayalarla çarpıştı, kayalar yendi. Büyük taşlar küçük taşlarla savaştı; küçük taşlar yengiye erişti. Küçük taşlar otlarla çarpıştı, otlar kazandı. Otlar ağaçlarla çarpışıp yenildi, yengi sarmaşıklarda kaldı. Sarmaşıklar çürüdü, üzerlerinde kurtlar çoğaldıkça çoğaldı, sonra kurtlar insana dönüştü.
Nasıl kozmogonik anlatılarda makro kozmosun doğuşu bir şiddeti, öldürmeyi, kurbanı gerektiriyorsa mikro kozmosun kuruluşu da bir şiddet kullanımını, bir kurban etmeyi gerektirir. Bu şekilde insan içindeki canavarı, hayvanı öldürmeyi, uygarı ortaya çıkartmayı dener.

KURUCU ŞİDDET MİTİ -9: Din ve Zaptetme


Giambattista Vico Yeni Bilim’de, tanrısal otoriteyi ifade eden, devlerin/Titanların bağlandığı zincirler (religando = bağlama) ile “din” (religio) kelimesini etimolojik olarak ilişkilendirir. Mircea Eliade “Uranos’un çocuklarının çatışması Helen tanrılarının Helen-öncesi tanrıların yerine geçiş sancıları mıdır?” sorusuna bir yanıt olabilir. Bu çatışmalar eski dinin tanrılarının yeni dinin güçlü iman bağlarıyla bağlanması, onların yol açtıkları kaosun ortadan kaldırılması ve yeni bir düzenin kurulmasının mücadelesinin sonucudur. Bu devler arzularını dizginlemeyi öğrenip yer ormanında vahşiler olarak dolaşma adetinden vazgeçip yerleşik bir hayata geçmeleriyle yavaş yavaş uygar insanlara dönüşmüşlerdir.
"Ahlaki değer ... conatus’tan [iradî olan] başlamıştır. Çünkü gök gürültüsünün korkutucu diniyle dağların altında zincire vurulmuş devler, büyük yer ormanının içinde yabanıl hayatın vahşi alışkanlıklarını kontrol etmeyi ve onların bölgelerinde saklı kalmış ve yerleşmiş kendilerine zıt düşen âdetleri elde etmeyi öğrenmişlerdir. Onlar daha sonra ulusların kurucuları ve ilk yönetimlerin efendileri olmuşlardır.... Öldürücü bir teröre sahip olan göksel âlemin memnuniyetini kazanmak için vahşi isteklerini kontrol ederek bu conatus ile birlikte, ruhun değeri de onlar arasında kendini göstermeye başlamıştır." (Giambattista Vico, Yeni Bilim, s. 218-219)
Devler bu ilk dinî buyrukları Zeus’un birer kehanet niteliğindeki gökgürültülerinden çıkarmışlardı. Din ilk insanları güçlü, çalışkan ve bağışlayıcı yapmıştır. Böylece onların her birinin bir kadını kendi mağarasına çekmesi ve hayatları boyunca devamlı bir misafirlikle o kadını orada tutmaları gerçekleşmiştir.
"Böylece insani aşk eylemi saklanarak, yani utanma duygusundan dolayı, mağarada icra edilmiştir. Onlar böylece utanma duygusunu hissetmeye başlamışlardır... Bu duygu, dinden sonra ulusların birliğini koruyan ikinci bir bağdır..." (Giambattista Vico, Yeni Bilim, s. 218-219 ve ayrıca bkz. 224-225.)