31 Mart 2010 Çarşamba

Axiwalic Harikalar Diyarında

Lewis Carroll’un metni, aşağıda yer alan Güney Kaliforniya bölgesine ait bir Çuvaş masalındaki kimi motifler bakımından benzerlikler gösteriyor:


Çok uzun zaman önce, burada Axiwalic isminde veremli bir kişi yaşamış. Hastalığını iyileştirmek için çok sayıda ilaç almasına karşın bunu başaramamış. Bir süre sonra hastalığının çok vahim olduğuna ve asla iyileşemeyeceğine ilişkin bir ümitsizliğe kapılmış. Bu çok tuhafmış, çünkü Axiwalic bir büyücüymüş. Kendini iyileştirmek için yaptığı birçok denemede bütün gücünü bir araya toplamış ama sonunda, başka yapılacak birşey kalmadığına karar vermiş ve ölmek için bir yer aramak üzere köyünden ayrılmış.

Denize doğru gitmiş, kıyı boyunca yürümeye başlamış. Hava kararınca dinlenmek için durmuş ve oturup beklerken dikkat çekici bir şey görmüş. Yakındaki sarp kayalıktan bir ışık çıkmış; ışık, içinden çıktığı kayanın yakınlarında dolanmış ve sonra tekrar kayaya girmiş. Axiwalic bu küçük ışığa karşı hayranlık duyarak olduğu yerde otura kalmış. Çok geçmeden ışık bulunduğu yerden tekrar çıkmış ve hasta adam kendi kendine şöyle demiş: “Onu yakalayacağım; gücümle onu ele geçireceğim.”

Işık o zaman ona doğru çekilmiş ve Axiwalic bir mendille pervane böceği yakalar gibi büyücülüğüyle yakalamış ışığı. O zaman küçük pelepel (pelepel genç bir adama benzer ama bir ışık gibi parlar) ‘bırak beni gideyim’ diye bağırmış. Evine geri dönebilmek için serbest bırakılmayı istemiş.

Axiwalic bunu duyunca evine kadar ona eşlik etmesine izin vermesi için pelepel’e yalvarmış. Fakat pelepel hasta büyücüye bunun olanaklı olamayacağını söylemiş ve şöyle demiş: “Sen şu küçük delikten geçemezsin ki”

30 Mart 2010 Salı

Alice: Sıkılan Çocuk


Sinemanın çağdaş masalcısı Tim Burton, son filmi Alice Harikalar Diyarında ile bir kez daha karşımızda. Film, Lewis Carroll’un, arkadaşının çocuğunu oyalamak için uydurduğu bu, olay örgüsü nispeten zayıf anlatısından modern, derinlikli bir masal yaratmayı başarmış. Hikâyenin kahramanı genç bir kız; ve yetişkinler dünyasının ona biçtiği rolü kabul etmeyip kendine orada farklı bir yer açmak gibi zorlu bir işe girişiyor.

Kitaptaki hikâyenin başında Alice ablasıyla ırmağın kıyısında oturmaktadır. Sıkılmaktadır. Hava bunaltıcı derecede sıcaktır. Ablasının okuduğu kitaba göz atar, ama ne bir resim vardır kitapta ne de bir diyalog. Alice gibi, çocukken hepimiz çok sıkılmışızdır, yapacak bir şey bulamamış sıkıntıdan patlamışızdır. Çocukluk neredeyse sıkıntıdan boğulmakla geçer. Bir an önce büyüyüp yetişkinlerin, heyecan verici olduğunu düşündüğümüz dünyalarına katılmak için yanıp tutuşuruz. Sıkıntımızı yenmemizin tek bir çaresi vardır, oyun oynamak, hayal kurmak. Filmin çıkış noktasını oluşturan metin, işte böyle sıkılan bir çocuğu oyalamak için yazılmıştır. Ancak büyüdüğümüzde anlarız ki yetişkinlerin dünyası da son derece sıkıcı ve boğucudur. Çünkü onlar da çok sıkılmaktadırlar; onlar da birtakım oyunlarla, hikâyelerle (felsefi, tarihi, efsanevi, dinsel, sanatsal bir dizi anlatıyla) kendilerini oyalamaktadırlar. Dünya bizatihi sıkıcı bir yerdir ve eğer hayallerimizden vazgeçip düş gücümüzü köreltirsek, yetişkinlik çağında da çok sıkılacağımızı anlarız. Filmin anlatısının çıkış noktası da burasıdır; küçük Alice’in, kitabın içeriğini oluşturan düşünden uyanışından bu yana on üç yıl geçmiştir ve hülyalı Alice artık on dokuz yaşındadır. Ama yetişkinlerin yeknesak, donuk, iki yüzlü dünyasının bir parçası olmak istememektedir.

21 Mart 2010 Pazar

Hayatın Anlamı

"Eğer yaşam bir bütün olarak anlamsızsa bile, bunda üzülecek bir şey yoktur. Muhtemelen onu olduğu gibi kabul edebilir ve yaşamımızı önceden olduğu gibi aynı şekilde sürdürebiliriz.... Eğer yaşam gerçek değilse, yaşamın amacı yoksa ve yaşamın sonu nihayette kabir ise, belki kendimizi bu kadar ciddiye almak gülünçtür. Öte yandan, eğer kendimizi ciddiye almadan yapamıyorsak, belki de gülünç olmaya katlanmak zorundayız. Yaşam sadece anlamsız değil, ama saçma da olabilir." Kaynak: Thomas Nagel, Her Şey Ne Anlama Geliyor. Felsefeye Küçük Bir Giriş, çev. Hakan Gündoğdu, Paradigma, 2004, s. 70-71.

Tanrı

"... nihai açıklama olarak Tanrı'nın rolüyle ilgili benim buradaki problemim Tanrı kavramının ne anlama geldiğini anladığımdan emin olmayışımdır. Gerçekten de her şeyi kuşatarak onlara anlam veren ama kendisi bir anlama sahip olmayan ya da buna gereksinim duymayan bir şey olabilir mi? Kendisi için dışarısı diye hiç bir yer olmadığından dolayı, anlamı kendi dışından bakılarak araştırılamaz olan bir şey olabilir mi?
Eğer Tanrı'nın yaşamlarımıza bizim anlayamayacağımız bir anlam verdiği varsayılırsa, bu çok fazla bir rahatlık sağlamaz. Nihai bir açıklama olarak olduğu gibi nihai bir gerekçelendirme olarak da Tanrı, sormaktan vazgeçemeyeceğimiz bir soruya verilen anlaşılmaz bir cevap olabilir."
Kaynak: Thomas Nagel, Her Şey Ne Anlama Geliyor. Felsefeye Küçük Bir Giriş, çev. Hakan Gündoğdu, Paradigma, 2004, s. 70.

20 Mart 2010 Cumartesi

Umut ve Arayış

Herakleitos, Fragman 18:
"Umut edilmeyeni umut etmezsen, onu bulamazsın.
Çünkü ne bir iz vardır ne de bir yol."

Herakleitos, Fragman 22:
"Altın arayanlar çok fazla toprak kazarlar ve çok az bulurlar."

Kaynak: Herakleitos, Fragmanlar, çev. Cengiz Çakmak, Kabalcı, 2005.

14 Mart 2010 Pazar

BirGün Kitap Eki için Mustafa Erden Kahveci’ye verdiğim röportaj

‘Aynadaki Narkissos’ kitabınızda varlık kavramını ele alırken hem Batı hem de Doğu düşünürlerinin fikirlerinden alıntılar yapıyorsunuz. Sizce konuya bu tarz bir yaklaşım dilsel bir sorun doğurur mu? Ya da Batı’nın insan anlayışla Doğu’nunki arasında sizce ne gibi bir bağlantı var?
Doğu-Batı karşıtlığı bana kalırsa bir klişeden ibaret. Bu yanlış bakış açısı dünyayı sadece karşıtlıklar üzerinden okumaya zorluyor bizi. Doğu ile Batı arasında sadece düşmanlık, uzlaşmaz bir ayrılık varmış gibi bir izlenim yaratıyor. Bu ayrım bu iki dünya arasındaki benzerlikleri, koşutlukları ihmal ediyor. Dünyayı bu şekilde ikiye bölmek, daha en başından onu anlama imkânını ortadan kaldırıyor. Bu klişe, dünyanın ortak kültürel mirasını, insanlığın ortak hislerini keşfetmemize, kendimizi başkalarının yerine koyarak düşünmemize engel oluyor. Bu klişe, düşmanca bir tutum üretmenin gerekçesi haline geldi neredeyse. Dünyayı Doğu-Batı kutupsallığına indirgeyerek algılamaktan kurtulmamız lazım. Her iki kitabımda da insanın insanlaşması, hayvan-insan ayrışması, insanın kültürel evrimi ve tabiattaki ayrıksı konumu üzerine durmaya çalıştım. Bunu, Doğu-Batı kutupsallığı tezi gibi dar bakış açısı ile yapamazsınız, daha geniş bir perspektife ihtiyaç var.