İkilikler (1): YER-GÖK
Sümer mitolojisinde başlangıçta birbirlerine
kendileri dışında hiçbir şeye yer bırakmayacak kadar sıkı sıkıya bağlı Toprak
ve Gök bir an gelir aniden ayrılırlar: Gök (An) yukarıya doğru, Toprak (Ki)
aşağıya doğru çekilir. Yekpare olan Gök ile Yerin ayrılması, bu ikisinden türemiş olsa da
yine de yabancı bir öğe olan Efendi-Rüzgâr’ın (Enlil) araya girmesiyle olur.
Altay yaratılış
destanında başlangıçta ne gök vardır ne yer; her yer bir denizden ibarettir;
tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız, sonsuz suların
üzerinde uçmaktadır. Tanrı-kuş Ülgen’in konacağı bir yer henüz yoktur ve
göklerden gelen bir emir duyar: “Tut önündeki şeyi, hemen yakala!” Ülgen emre
uyup ellerini uzatır ve içinden göksel emri tekrarlar. Tıpkı sözle yaratan
tanrıların yaptığı gibi sözlü ifadenin ardından denizin derinliklerinden bir
taş yüzeye çıkar ve taşı tutar ve üzerine konar. Üzerinde duracak bir yeri
olmuştur artık.
Göklerin emriyle bulunca
Ülgen durak
Artık vakit gelmişti
gökleri yaratacak
Ülgen hep düşünmüştü ta
göklere bakarak
Bir dünya istiyorum bir
soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun ne
boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir ne
yolla yaratayım
Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde
Ülgen’e şöyle dedi,
göründü su yüzünde
Yaratmak istiyorsan sen
de bir şeyler Ülgen
Yaratıcı olarak şu kutsal
sözü öğren
De ki hep “Yaptım oldu!”
Başka bir şey söyleme
Hele yaratırken “Yaptım
olmadı” deme!
Bu göklerden veya denizin derinliklerinden
gelen buyruklar aslında yaratıcı bilincin iç sesleri gibidir ve bu uçsuz
buçaksızlıklar engin bir iç dünyaya karşılık gelir. Ülgen henüz olmayan yere barakarak “Yer
yaratılsın” der; denizden yer çıkar. Ülgen aslında henüz yaratılmamış göğe
bakar gök yaratılsın der ve gök yaratılır. Aslında daha doğru tevil edecek
olursak yere bakması okyanus tabanındaki toprağın karaları oluşturmasına
yönelik arzusudur, göğe bakması ise boş uzaya bakması ve bu kara parçasının
üzerini bir çatı gibi örtecek bir atmosferin kurulması arzusudur. Böylece dünya
evi kurulacak ve dünya direğine bağlanarak sabitlenecektir. Dünyanın altına ve
yanlarına yerleştirilen kozmik balıklar dünyayı sabit tutarlar. Bu balıklardan
tam ortadakinin başı kuzeye çevrilidir; yönü biraz kayacak olsa tufan meydana gelir; başı daima kuzeye bakacak
şekilde zincirlenmiştir orta direğe. Bilindiği gibi kuzeyde Kutupyıldızı vardır ve Türkler demir kazık dedikleri ve dünyanın merkezinde
yer alan bir ağacın (axis mundi) tepesinin bir sabit nokta kabul
ettikleri kutupyıldızına değdiğine, hatta yerin göğe demir kazıkla bağlı
olduğuna inanırlardı. İlksel mekânlar, sonsuz okyanus ve uzay dünya evinin
kurulmasıyla sınırlanmış ve sonraki aşamada bu boş evin içi döşenmiştir.
Eski İran ve Orta Asya
inanışlarında bir üçüncü varlık daha onlara eklenmiştir: gök boşluğunu dolduran
madde esîr, eski Türklerin isimlendirmesiyle “kök kalığı”. Yaratıcı tanrının mekânı,
Şeytan’ınkinin karanlık gök boşluğunun tersine, aydınlık gök boşluğu idi.
Burada da başlangıçta bir İlk Çift söz konusudur. Bu bir yönüyle mekânsaldır:
deniz ve üzerindeki boşluk veya bilinçle/ruhla ilgilidir: iyilik ve kötülük,
aydınlık ve karanlık.
Yaratılışın Eski Yunan modelinde de ilk sorun
zeminin ortaya çıkması, mekânın açılması, taban ve tavanın belirginleşmesidir.
Helenistik dönem öncesine ait Pelasglar’ın yaratılış mitine göre, başlangıçta Eurynome, her şeyin tanrıçası Kaos’tan doğduğunda ayaklarını basacak bir yer
bulamaz. Bunun üzerine gökyüzünü denizden ayırır ve dalgalar üzerinde dans
etmeye başlar. Bu dans, rüzgârı harekete geçirir. Eurynome etrafta
gezinirken bu kuzey rüzgârını yakalar, elleriyle ovalar ve onun büyük yılan Ophion olduğunu fark eder. Eurynome, Ophion
şehvete kapılıp kendisine dolanıp birleşmeyi arzulayana kadar ısınmak için
çılgınca dans eder. Boreas olarak da bilinen kuzey rüzgârına
bereket atfedilmesi bundandır. Kısrakların arkalarını rüzgâra dönerek gebe kalmaları inancı da
kaynağını bu mitten alıyordu. Yaratılış mitlerinde rüzgarın merkezi işlevi bizi
yer-gök ikiliğinden başka bir ikiliğe götürür: ruh ve beden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder